"Stranger in the Forest"
"Ormandaki Yabancı"
One day, as John walked through the dense forest, he could hear the rustling of leaves under his feet.
Bir gün, John yoğun orman boyunca yürürken, ayaklarının altında yaprakların hışırtısını duyabiliyordu.
The air was far colder than usual, and he could feel a sense of fear growing within him.
Hava, her zamankinden çok daha soğuktu ve içinde büyüyen bir korku hissetti.
Throughout his life, he had always loved exploring nature, but today felt different.
Hayatı boyunca, doğayı keşfetmeyi hep sevmişti, ancak bugün farklı hissediyordu.
It was as if the forest was hiding a secret.
Sanki orman bir sır saklıyordu.
Suddenly, a stranger appeared in the distance.
Aniden, uzakta bir yabancı belirdi.
He had a long beard, and his eyes appeared fierce.
Uzun bir sakalı vardı ve gözleri sert görünüyordu.
John felt the urge to abort his journey, but his curiosity pushed him forward.
John, yolculuğunu durdurmak istedi, ancak merakı onu ileriye itti.
He had always recognized danger, but this time he couldn’t tell if the man was a threat.
Her zaman tehlikeyi tanımıştı, ama bu sefer adamın tehdit olup olmadığını anlayamıyordu.
“Who are you?” John asked, trying to prevent the trembling in his voice.
"Sen kimsin?" diye sordu John, sesindeki titremeyi önlemeye çalışarak.
The man smiled faintly and replied, “I’m just an immigrant, seeking a place of peace, a sanctuary.”
Adam hafifçe gülümsedi ve cevap verdi, "Ben sadece bir göçmenim, huzur dolu bir yer, bir sığınak arıyorum."
John, still cautious, nodded.
John, hâlâ temkinli, başını salladı.
“I understand. This forest is a safe place, but you must be careful. There’s more to this place than meets the eye.”
"Anlıyorum. Bu orman güvenli bir yerdir, ama dikkatli olmalısın. Burada görünenin ötesinde şeyler var."
The stranger chuckled.
Yabancı kıkırdadı.
“So I’ve heard. But I don’t fear what lies within. I’ve been imprisoned by my own thoughts for too long. Now, I just want peace.”
"Öyle duydum. Ama içinde ne olduğundan korkmam. Uzun zamandır kendi düşüncelerim tarafından hapsedilmiştim. Şimdi sadece huzur istiyorum."
As they walked further into the woods, John couldn’t help but notice the man’s odd behavior.
Ormanın daha ilerilerine doğru yürürken, John adamın tuhaf davranışlarını fark etmeden edemedi.
He didn’t act like a typical wanderer; he spoke as if he had lived many lives.
O, tipik bir gezgin gibi davranmıyordu; sanki birçok hayat yaşamış gibi konuşuyordu.
When they reached a small clearing, the man looked around and said, “This will do. I shall introduce myself to the peace of the forest.”
Küçük bir açıklığa ulaştıklarında, adam etrafa baktı ve "Burası yeterli. Kendimi ormanın huzuruna tanıtacağım," dedi.
John watched him closely, unsure of what to make of it.
John, ne yapacağını bilmez halde onu dikkatle izledi.
"You seem different," John said.
"Farklı görünüyorsun," dedi John.
"Almost as if you’re from another time."
"Sanki başka bir zamandan gelmiş gibisin."
The man smiled again.
Adam tekrar gülümsedi.
"At one time, I was. But now, I live in the present. I argue no longer with my past, and I seek only the future."
"Bir zamanlar, öyleydim. Ama şimdi, bugünü yaşıyorum. Geçmişimle artık tartışmıyorum ve sadece geleceği arıyorum."
John nodded, realizing the man was on a journey much deeper than the one they were on through the woods.
John başını salladı, adamın ormanda yaptıkları yolculuktan çok daha derin bir yolculukta olduğunu fark etti.
As they parted ways, John felt a sense of peace himself.
Ayrılırken, John da içinde bir huzur hissetti.
The novel experience of meeting this stranger had taught him something valuable about life—sometimes the greatest journeys are the ones we take inside our own minds.
Bu yeni yabancı ile tanışmanın roman gibi deneyimi ona hayatla ilgili değerli bir şey öğretmişti—bazen en büyük yolculuklar, zihinlerimizin içinde yaptığımız yolculuklardır.